BİLGİSAYAR EĞİTİM İÇİN FAYDALI BİR ARAÇ MI?

5 Mayıs 2010 Çarşamba

CAHİT ARF HAKKINDA

Bu hafta hakiki bir Türk matematikçisini tanıyacaksınız


CAHİT ARF










ANLAMAK, SONSUZA VARMAK VE CAHİT ARF


Matematikte, fizikte, tabiat bilimlerinde büyük insanlar var. Bunların içinde bazıları, Cahit ARF gibi tuttuğunu koparacak insanlar. Onlarda deha gibi bir şey var. Cahit bu tiplerden bir tane. Bunlar belki de en zor mesafeleri kendine hayat hedefi gibi gören insanlar. Cahit ARF ın kendi ismiyle söylenen teoremleri var. O güç bir şey yaptı. Başkaları daha az güç şeyleri halletti. Derken bugün günümüzde kocaman bir matematik dünyası var. Ben fizikçi olarak o matematik dünyasını, benim aklımı düzene sokan bir hayat gibi görüyorum. Prof. Sait AKPINAR.

1910 yılında Selanik te doğmuşum. Balkan harbi başlayınca ailecek İstanbul a gelmişiz. Ailem sınıf değiştirmekte olan bir aile idi; dolayısıyla bu tip ailelerde olan komplekslere sahipti. Mesela bir mahalle çocuğu kavramı vardı onlarda; beni sokağa bırakmazlardı, çünkü mahalle çocuğu olabilirdim ve bu da özenilecek bir şey değildi onlar için… Bu hava içinde de bir çocuk kendi içine kapanıyor; oyununu kendi başına kuruyor. Çocukluğumda mütemadiyen kağıttan oyuncaklar yaparmışım; bu bir bakıma faydalı olmuş. Oyuncak icat ediyor ve devamlı surette etrafımı müşahade ediyordum.Cahit ARF.


Cahit evde oldukça özgürdü, canı ne isterse onu yapabiliyordu. Henüz dört yaşında olmasına rağmen muhakeme gücü çok işlekti. Büyümüşte küçülmüş dedikleri türden bir çocuktu o; bunda mutlaka Aziz amcasının yaratıcı ve hayalci karakterinin de etkisi vardı. Aziz amca, eğitim görmemiş olmasına rağmen okumaya çok meraklıydı ve hemen hepsi teknik konularda olan bir sürü kitabı vardı. Ne zaman bunları eline alsa, Cahit hemen yanına gelir ve yüksek sesle okumasını isterdi. Bu kitaplarda masal yerine teknik konular bulunması fark etmezdi Cahit için. Amcası okurken o da yanına oturup satırları izlerdi; bu sayede harfleri tanımaya ve heceleri sökmeye bile başlamıştı. Küçük çocuğun işlek zekası kendini iyice belli edince, yakındaki bir anaokuluna göndermeye karar verdiler. Burası küçük Cahit in ev dışındaki dünya ile tanıştığı ilk ortamdı. Mustafa Kemal in annesi Zübeyde Hanım la kardeşi Makbule Hanım da İstanbul da Cahit lerle aynı semtte oturuyorlardı. Cahit in annesiyle teyzesi onlara hoş geldin ziyaretine gitmişler, Çanakkale de komutan oğlu Mustafa Kemal için dualar etmişlerdi.


Aziz amcasının birbirinden eğlenceli ve ilginç buluşları Cahit i çok oyalamaktaydı. O günlerde Aziz amca tahta çıtalar kullanarak üç küçük sandal yapmıştı; aslında sandaldan ziyade birer küçük dubaydı bunlar. Dubaları bahçede yan yana bitiştirip, ortadaki dubanın üzerine bisiklet yerleştirdi. Bisiklete öyle bir mekanizma eklemişti ki, pedalı çevirdiğinde isterse tekerlekleri döndürüyor, isterse zinciri başka bir dişliye aktararak sandalın pervanesini çalıştırıyordu. Böylece Aziz hem karada hem denizde gidebilen bir araç icat etmiş oldu. Ne var ki Cahit, annesinin kesin yasakları yüzünden bu ilginç aracı deniz üzerinde denemek zevkini hiç tadamadı! Aziz amca evin alt katındaki küçük boş odayı bir laboratuara çevirmiş ve bazı kimya deneyleri yapmaya başlamıştı. Hatta arada bir patlamalara neden oluyor, ev halkını telaşlandırıyordu. Cahit in babaannesi fazlasıyla sofu, bağnaz bir kadındı; Aziz in bu tür şeytan işi uğraşlara dalmasından hoşlanmaz, deney odasına gizlice girip etrafı karıştırırdı. Aziz bunu engellemek için iki tane tahta haç yapıp bunları siyaha boyadı ve kapının iki yanına astı; o günden sonra babaanne bir daha o odaya yaklaşmadı!


Aziz, biricik çırağı Cahit e durmadan sorular sorar, onu teknik konular üzerinde düşünmeye yönlendirirdi. Bir gün, evdeki büyük kazana su doldurup, içine soktuğu bir hortumla suyu boşaltmaya başladı ve Söyle bakalım, nasıl boşalıyor bu su? diye sordu. Amcasının kitaplarından pek çok bilgi edinmiş olan Cahit, suyun hava basıncının etkisiyle boşaldığını anlattı ve kocaman bir aferin aldı. Küçük çocuğun zihinsel gelişiminde Aziz amcası gerçekten önemli bir rol oynamaktaydı ve Cahit amcasını hayatı boyunca minnetle hatırlayacaktı.


Cahit ilkokulda aritmetikte de fena sayılmazdı gerçi, ama gramer en başarılı olduğu konuydu. Bunun niçin böyle olduğunu o yaşta daha bilmiyordu; ama çok uzun yıllar sonra bir gün, kendisiyle söyleşi yapan bir lise öğrencisine şunları anlatacaktı: Bana göre gramer, algıların sözcüklerle fiil gibi sıfat gibi modelleşmesidir. Bunlar ayrı ayrı algısal kavramlardır. Çocukluğumda bu kavramları iyi ayırt edebiliyordum. Neticede dil bir mantık oyunudur; işte ben bu mantığı iyi işletebiliyorum.


Babasının işinden dolayı İzmir e taşınmak durumunda kalan ailesi yüzünden Cahit beşinci sınıftan İzmir Sultanisi nde öğrenimine devam edecektir. Cahit in burada da grameri çok iyiydi, resimde ve el işlerinde de çok başarılıydı, fakat henüz matematiğe özel bir ilgi duyduğu söylenemezdi. İzmir Sultanisi nin matematik öğretmeni, yazdığı ders kitapları liselerde okutulan Nazmi Bey di. Ama Cahit in matematiğe olan ilgisinin başlamasında asıl rolü bir başka kişi oynadı. Okul müdürünün kardeşi olan bu genç lise mezunuydu ve İstanbulda dişçilik eğitimi yapmak için para biriktirmek amacıyla öğretmenlik yapmaktaydı. Cahitin gramer dersindeki başarısının mantık kullanma becerisinden kaynakladığını fark edince, onunla daha yakından ilgilenmeye başladı. Farklı yöntemler kullanarak onun matematiği de sevmesini sağladı. O güne kadar Cahit in matematik diye öğrendiği şey dört işlemle çözülen problemlerden ibaretti. Genç öğretmen ise onu geometri ile tanıştırdı ve ÖKLİD geometrisinin bütün teoremlerini ispat ettirdi. Teoremleri asla kendisi anlatmıyor, sadece hipotezleri verip Cahitin sonuca kendi başına ulaşmasını bekliyordu. Böylece PİSAGOR Teoremine kadar geldiler. Genç öğretmen yine aynı şeyi yaparak Bir dik üçgenin iki dik kenarının karelerinin toplamından yararlanarak hipotenüsü tayin edebilir misin? demekle yetindi. Cahit bunun üzerine, hiç bıkmadan şekiller çizdi, ölçtü biçti, deneme yanılma yoluyla sonuca ulaşmak istedi; ama bir türlü başaramadı. Sonunda Ben bunun çözümünü göremiyorum! demek zorunda kaldı ve ispatın nasıl yapılacağını genç öğretmeni anlattı kendisine.


Derslerde öğrendiklerini günlük yaşamda uygulamaya merakı, Cahit in çocukluktan itibaren belirginleşen bir başka özelliği idi. O günlerde bütün caddeler, sokaklar T ürk bayraklarıyla donanmıştı. Fakat ay-yıldız şekilleri her bayrakta aynı değildi ve bu özensizlik Cahit i kızdırıyordu. Mademki Türk bayrağı en yüksek değerlerin simgesiydi, o halde çok düzgün yapılmalıydı. Geometri dersinde edindiği bilgileri kullanarak, bayraktaki hilal ve yıldızı en iyi şekilde çizmeye girişti. Ama sandığı kadar kolay çıkmadı bu, hele beş köşeli yıldız çizmek çok karmaşık bir işti. İstediği mükemmellikte bir çizimi oluşturamadı. Beş köşeli yıldızın bir daireyi beş eşit parçaya bölerek çizilebileceğini keşfetmesi, ancak Parise gittiğinde GALOİS in çalışmalarıyla karşılaşınca mümkün olacaktı.


Cahit lisede matematik derslerini sadece dinlemekle yetinir, ayrıca not tutmaya veya ders kitabından okumaya gerek duymazdı. Hatta sınavlara hazırlanırken bile kitaplara bakmazdı pek. Çünkü etüt saatlerinde arkadaşları çözemedikleri soruları veya anlamadıkları konuları gelip ona soruyorlar, Cahit bunları anlatırken kendisi de sınava hazırlanmış oluyordu. Lisenin orta kısmını bitirene kadar bu hep böyle devam etti ve Cahiti ders çalışırken gören olmadı.


Aziz amcasından kalan kitaplar arasında bir cebir kitabı vardı ki, Cahit in çok işine yaradı. Beşinci sınıfa kadar sıradan aritmetik problemleriyle karşılaşmıştı hep; hani Adamın biri çarşıya gitmiş, şu kadar ekmek, bu kadar peynir almış, kaç para harcamış? türünden şeylerdi bunlar. Altıncı sınıftan sonra ise problemler biraz zorlaşmış, Bir kümeste şu kadar baş, şu kadar ayak vardır; o halde kümeste kaç tavuk, kaç tavşan vardır? gibi sorular başlamıştı. Cahit bunları yine mantık ve muhakeme yoluyla çözüyordu ve bu konuda sınıfının tabii ki en iyisiydi gene. Fakat bu yöntemle, akıl yürütmeler çok zaman almaktaydı. Cebir kitabında tavuk sayısına x, tavşan sayısına y dendiğini gören Cahit, böylece daha rahat muhakeme yürütüldüğünü, işlemlerin daha kısa sürdüğünü görünce çok şaşırdı. Zihnindeki karmaşa birdenbire durulmuş ve her şey yerli yerine oturmuştu sanki. Böylece daha okulda öğretilmemişken cebirle tanıştı ve ona adeta aşık oldu. En karmaşık meselelerin bile cebir yöntemiyle basitleştirilebileceğini keşfetmişti artık. Yıllar geçip bilgisi arttıkça bu yöntemin, hayatın her alanında işe yaradığını da görecekti. Cahitin cebiri kendi başına öğrendiğini bilen bir meslektaşı onun için Hüda-i nabit(Allah eliyle yetişmiş) diyecekti.


Aşağıda Cahit ARF ın bazı konular üzerine görüşlerini bulacaksınız:

Sonsuza Varmak


Matematik endüktif (tümevarımsal) bir bilimdir ve bu endüktif bilim sonsuz kümeler için geçerli. Bu sonsuzlukları tümevarımsal bir şekilde kavrıyoruz ve kavradığımız zaman da o sonsuzluğu hissediyoruz, sınırsızlığı… Ve bu bize mutluluk veriyor; çünkü ölümü unutuyoruz… Herkes ölümsüz olduğu alanda çalışmak ister. Ben matematikte kendimi ölümsüz hissettim.






KAYNAK:http://sites.google.com/site/doktorabi1/doktorabi-5


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder